Mona Roza'ya yazdığı veda mektubunu şöyle bitiriyor Sezai Karakoç:
"Beni çıkardığında anlamın bozulmuyorsa, bundan böyle ayrı yazılalım..”
Mona Roza'ya yazdığı veda mektubunu şöyle bitiriyor Sezai Karakoç:
"Beni çıkardığında anlamın bozulmuyorsa, bundan böyle ayrı yazılalım..”
Bizim çocukluğumuzda annelerimiz çalışmazdı. Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım. Hatta babamın bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi. Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki... En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı. Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani. Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık. Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya zıplaya yürüyerek gelirdik. Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi. Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık. Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi. Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik. Ya da pencereden bize bir sürahi bir bardak uzatırlar,hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik. Kısacası evine gidip gelen elinde mutlaka yiyecekle dönerdi. Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi. Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu.Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık.Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi. Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi... Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı. Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz,onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık. Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık. Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık. Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim. Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki. Komşumu tanımıyorum ama evinin camında temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum. Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem. Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece; bilmem kaç kuruş hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri. Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok. Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar... Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz.. Tahta iskemlelerimizde oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu. Ben kapılarında 'vale'lerin, 'bady'lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir. Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksitini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana. Benim değildir bu kültür. Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder. Nedir bunlar? Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk. Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk. İyi de neden böyle olduk ? Biz mi istemiştik? Yoksa birileri mi böyle istedi?.. 'Her toplum hakettiği gibi yönetilir'derler ya, hakettiği gibi de yaşar diyelim mi?
(Alıntıdır)
90'larda çocuk olmak...
Bugüne dek "olsun" diye bekleyipte hala oturduğu yerden kaldıramadığımız hayallerimize hep birlikte hooooop biiiir kkiiii üüüç diye omuz atalım
Yeni yıl bize hayırlar getirsin inşallah
“Bana sorarsanız tam bir mutluluk yoktur bu hayatta. Yani nasıl desem herkesin kendine göre bir derdi vardır. Kime sorsan hep bişeyler yarım, hep bişeyler eksiktir. Hani demiş ya adam, “kiminin ekmeği bayattır, kimininse pırlantası ufak”. Bana da sorsan yarım bir battaniye gibidir hayat. Üstünü çekersin, ayakların üşür; ayaklarını çekersin, kolların üşür. Ne tarafı çekersen çek, hep bi tarafın açıkta kalır…”
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.
İstiklal marşımızın kabulünün 98.yılında bu iki dizeyi yazarak manidar bir paylaşım olacağını düşündüm.Devlete, bayrağa ve marşa sahip çıkmanın en güzide hali hakiki imana sahip olmanın ve hakiki vatandaş olmanın gereği bu ülkenin istiklali ve istikbali olan ezana sahip çıkmaktır. Rabbim bu düsturu şiar edinip hakkıyla yaşayabilmeyi nasip etsin. Mehmet Akif Ersoy'u rahmet ve dua ile anıyorum.
Rabbim bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın
Ne derlerse desinler, biz kalbimizin ve kafamızın doğru bulduğu şeyleri, etrafın ne dediğine bakmadan yapmalıyız.
(Sabahattin Ali)
Delikanlım!.
İyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin.
Belki bir daha
yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin..
Delikanlım!.
Senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar
kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
Yıldızlar ve senin kafan
kâinatın en mükemmel şeyidir.
Delikanlım!.
Sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından
gebereceksin,
ya da bir darağacında can vereceksin.
İyi bak yıldızlara
onları göremezsin belki bir daha…(Nazım Hikmet)
“El olduk efendim
Velhasıl ziyan olduk
Ziyadesiyle…”
Dervişin birine;
"Yoksulluk kaç gün sürer?" diye sorduklarında,
Kırk gün diye cevap vermiş.
Peki demişler kırk gün sonunda ne olur?
Yoksulluk biter mi?
Derviş gayet sakin cevap vermiş:
Hayır alışırsınız.
(O kadar alıştım ki, bi hayli hissizleştim)
Bütün ömrümce aradığımı bulduğumda, oturup ağlayacağım bir deniz kıyısında...
(Ataol Behramoğlu)
Frida Kahlo şu sözlerle sanki beni anlatıyor;
“Çok karışığım. Bir yanım olabildiğince huzursuz ve yorgun. Diğer yanım mucizelere ve düşlerin gerçek olabileceğine halen inanıyor ve heyecanını koruyor. Bu iki yan arasında ben, eziliyorum.”
...Dostluk vardı, vefa vardı, söz vardı, öz vardı, sükun vardı, ruh vardı, huzur vardı, feyz vardı, zevk vardı. Neş'e vardı, edeb vardı, can vardı, canan vardı, hicran vardı, aşk vardı. Şimdi yolu sormayın. Bilen yok ki...
... Ve biz, bu ülkede artık garibiz.
Abdülbaki Gölpınarlı
Keşke sabrım kadar şansım da olsaydı
.
.
.
Güzel konuşmak,
İnce düşünmek,
Halden anlamak,
Sevmek,
Düşeni kaldırmak,
Ağlayanı güldürmek,
Sarılmak,
Hep bedava biliyor musunuz?
Farid Farjad
Bu dünya soğuk
Rüzgar genelde ters yöne eser
Limon ağaçları kurur
Bahaneler hep hazır
Güzel günler çabuk geçer
"İçimiz hep bir hoşçakal ülkesi"
Cahit Zarifoğlu
Elini kalbine götürdü;
"burası var ya" dedi, "taşa toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer."
Neşet Ertaş
"Gönül telaşımız dünya telaşımızı geçmedikçe, gönül güzelliği bizlere yetmedikçe, insanları, yalnızca bir kalbi olduğu için sevmedikçe, mânâya inmedikçe, incinsek dahi incitmedikçe, acıya da olsa tebessüm etmedikçe, beklentisiz "sevmedikçe" güzel bir insan olamayacağız."
Biliyorsun, ben hangi şehirdeysem, yalnızlığın başkenti orası.
(Cemal Süreya)
Çaresizliğimden gayrı, hiçbir kabahatim yok benim.
(Ahmet Arif)
Eskisi kadar özlemiyorum seni,
Ve ağlamıyorum olduk olmadık zamanlarda..
Adının geçtiği cümlelerde, gözlerim dolmuyor..
Yokluğunun takvimini tutmuyorum artık.
Biraz yorgunum..
Biraz kırgın..
Biraz da kirletti sensizlik beni !
Nasıl iyi olunur henüz öğrenemedim ama
“İyiyimler” yamaladım dilime.
Tedirginim aslında, seni unutuyor olmak,
Hafızamı milyon kez zorlamama rağmen yüzünü hatırlayamamak korkutuyor beni..
Gel diye beklemiyorum artık,
Hatta istemiyorum gelmeni..
Nasıl olduğun konusunda ufacık bir merak yok içimde.
Arasıra geliyorsun aklıma, banane diyorum
Benim derdim yeter bana banane !
Alıştım mı yokluğuna ?
Vaz mı geçiyorum, varlığından ?
Tedirginim aslında,
Ya başkasını seversem ?
İnan o zaman seni hayatım boyunca affetmem..
(Özdemir Asaf)