Geceye bir söz bir şiir bırak :)
-
"Öyle büyümüş ki içimizdeki yalnızlık;
Sevilmeyi beklerken,
Beklemeyi sevmişiz..."Cemal Süreya
-
...
Her gün batımında bozkıra kapanan göz, uzun yollar, geride kalan kentler, köyler, mezralar ve gün doğumu ile varılan dalga sesi, yüreğe yapışan o mavi koku, ılık rüzgar çevreleyen bizi. Her uzun yol karanlığı, turuncu yol aydınlatmaları kentleri geçerken karşılaştığımız, aynı yolculuğun baştan yapıldığı vaktin içimize dolan nefesi. O şaşkınlık yeni baştan, güzel olan ne vardıysa içimizde filizlenmiş, sonra sökülmüş, gün gün tutulan sayfaların arasında kurumaya terk edilmiş.
En hazin ses kulağımızdaki pası silmek bir yana, kulağımızı kendiyle doldurmuş her bir titreşiminde boğazından çıkarken. Bizim esaretimiz o ince boyunda, yutkunurken yutulmak, haykırırken fışkırmakta esir olmuş bir sesin, yok olmuş kaydesinde.
Nedendir dimağımızın yeni bir dünya kuracak ufka sahipken, o sabahın vardığı sahllden öteye geçerken tökezlemesi?
Neden bile bile katrana bulanacağını yüreğin adsız ve kör hevesi?
Her şeyi kontrol edebilecek güçteyken, nelerle başa çıkabilecek iken, onlarcasını sevk ve idare edebilirken neden bir hayaletin bize dünyayı zindan etmesi?
Ah! Nefret de ayıramıyor düşleri yapıştığı tenimizden. Nefret etsek ne faydası var? En büyük oyunu kursak nedir hikmeti sanki, ilmi kokusundan ibaret varlığın kuşatması, cengin en şahestesi.
Pes, etmenin geç olduğu yerdeyiz. O kayaların keskin uçlarından, ip gibi akan suyun ayak izlerinin vardığı yerde bizi bekleyen felakete koşumuz, yürek miğferini düşüresi.
Bırakma cengaverliği,
Bir gün kendi şah damarını kesene
Kendi kanınla yolunu çizene dek yoktur
Bu yolculuğun ne durağı, ne iradesi....
-
...
Gel ey gurbet diyârında esir olup kalan insan,
Gel ey Dünya harâbında yatıp gâfil olan insan.Gözün aç perdeyi kaldır duracak yer mi gör Dünya,
Kati mecnun durur buna gönül verip duran insan.Kafeste tutiye sükker verirler hiç karar etmez,
Aceb niçün karar eder bu zindâna giren insan.Ne müşkül hâl olur gaflette yatup hiç uyanmayıp,
Ölüm vaktinde Azrâil gelince uyanan insan.Kararmış kalbin ey gâfil nasihat neylesin sana,
Hacerden katıdır kalbi öğüt kâr etmeyen insan.Bu derdin çâresin bul sen elinde var iken fırsat,
Ne ıssı sonra âh u zâr edüp hayfâ diyen insan.Niyâzî bu öğüdü sen ver evvel kendi nefsine,
Değil gayriye andan kim tuta her işiten insân.Gel ey gurbet diyârında esir olup kalan insan,
Gel ey Dünya harâbında yatıp gâfil olan insan.Niyazi-i Mısri
-
“Umudum her zaman bakidir amma,
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun...“[Abdurrahim Karakoç]
-
"Ey can! Derdim var diyorsun. Sanma ki dert sadece sende var! Şunu bil ki; sendeki derdi nimet sayanlar da var. Umudunu yıkma; Yusuf’u (aleyhisselam) hatırla!.."
Dert neredeyse deva oraya gider. Yoksulluk neredeyse nimet oraya gider. Dünya malı Allahü teâlânın ihsanıdır. Ona [dünya malına] bak ama sarhoş olma. Ayağın kırıldıysa üzülme, Allahü teâlâ senden aldığı ayak yerine belki sana kanat verecek. Kuyu dibinde kaldım diye üzülme!
Yusuf aleyhisselam kuyudan çıktı da Mısır’a sultan oldu unutma. İstediğin bir şey; olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara. Bu âlem bir rüyadır. Rüyada elin kesilse de korkma. Elin yerindedir. Dünya bir rüya ise başına gelen felaketler de geçicidir. Neden çok üzülürsün ki? Derdin ne olursa olsun korkma.Yeter ki umudun Allahü teâlâ olsun.
-Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmi
-
"Gerek dinî düşünce referanslarımız gerek İslamcılık ideolojisinden tevarüs ettiğimiz zihniyet kodlarımız sebebiyle hem modern duruma ideolojik intibaksızlık hem de zihin dünyamızdaki yırtıkları yamayla kapatma sorunumuzu bir türlü aşamıyoruz. Bununla birlikte modernlik ve modernitenin imkânlarını seküler dünya görüşüne sahip insanlarla aşık atabilecek düzeyde massederek yaşamaktan da geri kalmıyoruz. Bu yüzden de çoğu zaman çift şahsiyetli ve iki dünyalı halde yaşamayı ister istemez kanıksamak zorunda kalıyoruz. Ne var ki fikrimiz ile fiilimiz arasındaki bariz çelişkiler üzerine kurulu hayat tarzımız hem iç dünyamızda hem de dış dünyayla hukukumuzda sebebini pek bilmediğimiz veya az çok bildiğimiz halde bilmezden geldiğimiz tuhaf bir huzursuzluk, mutsuzluk ve öfke hali yaratıyor. Pratik hayat sahnesindeki fikir-fiil, söylem-eylem çelişkilerinin ruhumuzda yarattığı travmalar düşünce ve değer üretme imkânlarımızı da köreltiyor. Bu kriz farkındalığı temel İslâmî kaynaklar ışığında modern dünyanın meydan okumalarına karşı koyacak bir dünya görüşü oluşturmak şöyle dursun, modern aklın sıradan sorularına dahi tatminkâr cevaplar üretemiyor. Hâl böyle olunca dilimiz öfke ve nefret diline evriliyor. Çünkü yetersizliğimizin farkındalığı bizi öfkelendiriyor."
Mustafa Öztürk
-
...
Soğuk bir kış akşamında ardında dağları saklayan pamuk şekeri gibi bulutların altında bir pencere önü, sessizliğini sesi yapmış usulca yağan kardan benliklerini ayıran camın sıcak tarafında iki okuma koltuğu, iki bardak çay, çayın buğusunda ve camın soğuk tarafında dans eden, kar iken eriyen, damla damla tepelerden, pervaza doğru ilerleyen tanelerin kıvrılarak dans edişine eşlik eden biri sessiz ve sakince konuşan bir adam, diğeri susmak huy mudur yoksa edinilmiş alışkanlık mı bilmeksizin hararetle susan bir kadın. Loş bir köşe lambası gölgelerini birbirlerine düşürmüştü, birbirlerinden kaynaklı karanlığı, birbirlerine bakarak ışıtıyorlardı. Dışarıda el değmemiş bir kar tabakasını, her düşen kar tanesi, binlercesinin kendisine eşlik etmesini bekleyerek beslerken ağır ağır, içerde yarına merak, az sonraya heves bir bekleyiş var. Birazdan kara dokunulacak en arı yer belirlenecek, orada doyasıya gelen kışa merhaba denilecek, yarını düşünmeksizin, burnunda havuç takılı, kömürden düğmeli ceketi, evden getirilmiş birbiri ile uyumsuz kaşkol ve bere ile kombin edilmiş kardan hayaller, geceye nöbetçi dikilecek. Ateş kırka varana, burun kıpkırmızı olana dek yuvarlanılıp, nereye varıldığı düşünülmeden en masumane şekilde kıyasıya yarış edilecek. Yumuşak bir savaş, kıymaksızın atılan gülleler, en acımayacak yerleri hedef alacak ve üşüyerek ve titreyerek ve sarmaş dolaş ve sarhoş, serkeş eve dönülecek.
Yarın..
Yarın arnavut kaldırımlı dar yoldan, düşmesin diye değil yalnız, üşümesin diye de el ele o küçük, önünde mavi bodur masaları, arka bahçesinde yeri hazır ama üşümesin diye içeri alınmış fesleğenleri olan, her dosta kapısı açık, kötüye eşiği kapalı, düş alınıp, düş satılan o dükkana gidilecek. Her sabahki kadar en az, ekşi bir suratla söylenilip, öğleye gönül alınacak, akşama yine ve yeniden düşler bütün olacak.
Üşümeye başladık.
Düşler de uzak belki
Sen kadar en az hem de.
Sen yoksun ama bizim burada
Hayal etmek hala bedava....
-
Elinde değildir
Akşam serinliğinde üşürsün
Eylül’den itibaren
Geceler hazindir, uzundur. -
" Bir dosta sordum: Sabır nedir?
Dedi ki dost: Sabır, beklemektir.
Sonra devam etti dost: Yapacaklarının fayda etmediği bir zamanın geçmesini beklemektir, sabır. Sonra yine beklemek… Belki günler, belki aylar, belki de yıllarca beklemek… Sadece beklemek…
Ey dost! Peki ya tahammül nedir?, dedim.
“Tahammül mü? Tahammül zordur. Yapacak hiçbir şey kalmamıştır. Çabanın fayda etmemesi söz konusu değildir, çünkü çaba gösterilemez bir durumdur, tahammül. Yani katlanmaktır, içten içe “ya sabır” çekmek, için için yanmaktır. Yani elin kolun bağlanmasıdır. Gönlün ateşte yanması, ateşe maruz bırakılmasıdır. ”
Dedim ki: Ey dost! Sabır ve tahammül’ün hikmeti nedir, ne katar insan’a?
“Sabır ve tahammül: İnsan’a acı katar, dert katar. Ve hatta gözyaşı katar. Şimdi bunları sana söylerken düşündüm, sabır ve tahammül iyi bir şey midir? Sabretmek için insan sadece bekler, ve bu bekleyiş insan’a sadece acı ve hüzün verir. Tahammül de umutları ve ümitleri alır götürür, ne düş bırakır geride ne de yaşanacak bir hayal. Daha neler götürür neler…”
YA SABIR...
YA TAHAMMÜL... -
talep üzerine ileti kaldırılmıştır.
-
Aklıma şunu da getiriyor her defa.
-
İSTANBUL DA EYLÜL
Umutlar tükendi, hayeller perperişan
Ellerim kelepçe de, oldum darmaduman
Bıraktım mücadeleyi, teslim oldum su an
Ne gelecekse gelsin,dünya dursun vakit tamamİyiler kaybedermiş dünyada geçse olsa anladım
Bükük boynumu hiç bir gün doğrultamadım
Gözümde ağlayacak bir damla yaş bırakmadım
Kader ne diyeyim sana, yine kazanamadımDünyayı ne anlayabildim ne başarabildim
Garip ruhumu örseledikçe örseledim
Hayat yolunda kendimi bildim bileli emekledim
Başkalarına imrenerek ömrümü heder eyledimAdım atacak takatim kalmadı yoruldum kaldım
Yıllarca okuyacağım diye kendimi paraladım
Tutmadı ellerimden kimse hep yapayalnızdım
Garip kaldım, naçar kaldım, düştüm kaldımAşk mı oda ne ben ne bilirim aşkı?
Benim alnıma yazılmış acı acı acı...
Geldim 30yaşına hep kalbimde kaldı sancı
Yazılanlar gelir başa öyle emretmiş hancı.... (şaircik) 19.09.2018 -
geceye bir "söz" bırakıyorum
Ankara Üniversitesi DTCF Felsefe Bölümü...
https://www.youtube.com/watch?v=mWC8BkMATog -
güne bir "üzüntü bırakıyorum"
Sinavdan 84 aldim. bekleme süreci icerisine girdik hep beraber. be ne kadar sürer allah bilir. boşta kalmamak icin milyon tane ise basvuru yaptim. herhangi bi dönus olmadi. bi firmanin temizlik ve cay islerine bakacak eleman araniyordu. bende bu ise girdim. sabahlari cay ve temizlik yapiyorum. bunun haricinde bos zamanlarimda ise pc den makaleler okuyorum. Dün is cıkısı eve giderken bi yerde oturup ağladim. Bu mu yani o kadar emegin karsiligi diye isyan edip hüngür hüngür agladim ama bi söz vermistim kendime ne kadar dibe vursam da o kadar güçlü kalkacagim ayaga diye. Hala direniyorum ne kadar dayanacami bilmiyorum ama. bu bekleme sürecinde polislige alese ve mali müşavirlige basvuru yapacagim. biz iibf mezunlari bi sekilde binlerce mezunun arasindan sıyrılmamız lazim. 4 yılın emegini bi sekilde vermemiz lazim. ama şu sinavdan sonra 1 ya da 1.5 yıl beklemek insani isyan derecesine getiriyor. bu bölümlerden her yil binlerce mezun veriliyor. ben mezun oldugumda okudugum bölümle ilgili en ufak bi bilgi birikimim yoktu. 2 yıl calisip biriktirdim herseyi.
ama suan beklemek herkes gibi benimde zoruma gidiyor. o insanlar mezun olmadan önce keske sistem biraz degisse de iktisadın, isletmenin, kamu yönetiminin..... vs bu bölümlerin ne kadar degerli ve gunluk hayatta aslinda bunlarla yasadimimizi anlatabilseler o insanlara. Keske daha fazla alimlar olsa da 10000 kisinin girdigi sinava 1000 2000 kisi alinmasa. Bu yaziyi okuyan arkadaslardan cevap almak istiyorum -
...
Kendisine ait bir hikayesi olmayanlar, başkalarının hikayelerinde kendilerine bir yer ararlar. Ondandır ki fikirleri başkalarının dillendirdiği ezberlerden ibarettir, ezberi bozamaz, kendi benliklerinde kaybolurlar. Kaybolduklarında kendilerine uzanan her el onları çıkışa kadar götürecek bir araçtır sadece. Kendilerine acıyışlarının bittiği yerde o eli kırıp da hiç olmamış gibi yaşarlar. Haklıdırlar üstelik, üstelik siz indiniz diye o düzeye o kabarış onları sizden üstün kılar bir an için. Vahşi bir kibir, haksız bir davanın iddianamesidir, savunmanın yalnızca susma hakkı vardır bu mahkemede. Bir hesap tutulsaydı eğer hakkıyla, kimin hakkı kimin boynuna kalırdı bilinmez lakin şaşmaz terazi sadece diline pelesenk oldu diye adalet huy olmaz bu insanlarda. Kendisine kimlik kazandıran, saygı inşa eden, düşmüşken bir solukluk basamak haline gelenlerden bir günde üstün kılınmış bu kutlu insanlar, apoletlerini bırakıp da neden hala gidemiyorlar?
-
-
...
Dostum, yalnızlığına kaç!
Seni büyüklerin gürültüsüyle şaşırmış, küçüklerin iğneleriyle kevgire dönmüş görüyorum.
Yanında nasıl susulur, iyi bilir orman. Sen yine sevdiğin o ağaca benze. O dalları budakları olana, o sessiz, kulak kabartır gibi eğilir denizin üstüne.Yalnızlığın bittiği yerde başlar pazar yeri: Orada başlar büyük oyuncuların gürültüsü, zehirli sinek vızıltısı.
Göstereni yoksa en iyi şeyler bile değersizdir. Yeryüzünde halk, büyük adam der bu göstericilere.
Büyükten anlamaz halk. Yaratıcılıktan anlamaz. Fakat büyük şeylerin göstericilerinin hepsinden, oyuncularından hoşlanır.
Dünya, yeni değerler oluşturanların etrafında döner, görünmez. Ama oyuncuların etrafında döner, halkla gururlanır, işte böyledir dünya. Oyuncunun ruhu vardır ama ruhun vicdanı pek yoktur. O hep, en çok inandığı şeye inanır. Yani kendine!Bugün buna, yarın başkasına inanır. Gözleri keskindir halk gibi, alışkanlıkları kararsız.
Yıkmak kanıtlamaktır. Delirtmek, aldatmak. Ona göre kan en sağlam kanıttır. Salt duyarlı kulaklara ulaşan gerçeğe, yalan der. Dünyadaki gürültüsü büyük olan tanrılara inanır sadece!
Esaslı soytarıların yurdudur pazar yeri; halk büyük adamlarıyla şişer! Onlara göre, onlar anın efendileridir. Fakat an sıkıştırır onu, o da seni sıkıştırır. Evet ya da Hayır bekler. Yazık "yandaş olmak" ile "karşı olmak" arasında mı dursun istiyorsun oturağın?
Ey, gerçeğin tutkunu, kıskanma bu dediğim dedik, sıkıcı kişileri. Gerçek asla dediğim dedik birinin koluna asılamaz.
Bu zamansız kişiler yüzünden, güvenliğine dön: kişiyi sadece pazar yerinde bastırır. Evet mi? Hayır mı?
Derin kaynakların duyması ağırdır. Nedir derinliklerine düşen diye anlamak için beklemeleri gerekir.
Pazar yerinden, gururdan uzakta durur büyük olan her şey, yeni değerler yaratabilenler her zaman, pazar yerinden, gururdan uzaktadır.Kaç yalnızlığına dostum. Her yerini zehirli sinekler ısırmış. Havanın sert, sağlam olduğu bir yer bul kendine!
Yalnızlığına kaç! Sen küçük ve zavallı kişilerle çok iç içe yaşadın. Onların görünmez intikamlarından kaç! Onlar için bir intikamdan başka bir şey değilsin.
Kovmak üzere elini kaldırma artık. Sayıları bilinmez. Senin kaderin, sinek kovalamak değil.
Sayısı oldukça fazla küçük zavallılar, kaç mağrur yapıya yıkım getirmiştir yağmur damlacıkları, ayrık otları.Taş değilsin, fakat sayısız damlacıklar şimdiden oymuşlar seni. Sayısız damlalarla yarılıp parçalanacaksın daha.
Görüyorum ki sinekler yiyip bitirmiş seni; görüyorum ki kanlar akıyor deşilmiş yerlerinden ve gururun öfkelenmek dahi istemiyor.
Senden kan isterler, saf bir şekilde; kan ister kansızlıkları, sokaklar bundan dolayı masumdur.Ama sen, Ey derin kişi. Önemsiz yaraların acısını bile duyarsın. Daha sen iyileşmeden, aynı zehirli solucan elinin üzerinde yürümektedir.
Bu doymak bilmezleri öldüremeyecek kadar gururlusun sen. Ama sakın onların olanca zehirlik haksızlıklarına göğüs germek alın yazın olmasın!
Onlar çevrende övgüleriyle dahi vızıldar. Sadece yılışmaktır övgüleri onların. Onlar senin derine ve kanına yakın olmak isterler.
Şeytan ya da tanrıymışsın gibi diz çökerler önünde, şeytanın ya da Tanrının karşısındaymış gibi yakınırlar.
Bunun kerameti ne? Yalaka ve sızlanıcıdır onlar, o kadar.
Cana yakın görünürler sık sık. Fakat bu, korkakların kurnazlığıdır uzun zamandır. Evet korkaklar, kurnaz olurlar!
Gönülleri dardır seni düşünürken onların; sürekli kuşkuludurlar senden. Fazla düşünülen her şeyde kuşku barınır.
Erdemlerin için cezalandırılırsın. Yürekten bağışladıkları sadece hatalarındır.
Sen uysal ve doğru olduğun için, dersin; "Masumdur onlar, o küçük varlıklar." Ama onlar düşünürler sığ duygularıyla, "Varlıkların hiçbiri masum değildir."
Onlara iyi davrandığında bile, küçümsendiklerini sanırlar, ettiğin iyiliği öderler, gizli bir fenalıkla.
Onların beğenisine yanıt vermez gururundaki sessizlik, bir kez olsun uçan kibirsizliği göster, zil takıp oynarlar.
Biz, bir kişide bulduğumuzu, alevlendiririz de. Bu yüzden uzak dur sen, küçüklerden.
Yanında, kendilerini küçük görürler, intikam duygusuyla bilerler hainliklerini.
Yanlarına vardığında, görmedin mi nasıl sustuklarını ve güçlerinin sönen bir ateşin dumanı gibi onlardan nasıl ayrıldığını?Evet kardeşim, sen komşularının tedirgin vicdanısın; asla dengin değildir çünkü onlar. Senden nefret ederler, amaçları kanını emmektir senin.
Komşuların, zehirli sinekler olacaktır. Budur büyüten seni, budur onları daha zehirli, daha sineksi kılan.
Kaç yalnızlığına kardeşim, havanın sert, sağlam estiği yere. Sinekleri kovmak değil ki senin alın yazın.Ve böyle buyurdu Zerdüşt.
...
Friedrich Nietzsche
-
...
"Hüseyin misiniz, Yezid mi?
Geleneğimizde Muharrem ayı, Zilkâde, Zilhicce ve Receb ayları ile beraber hususi yeri olan dört aydan biridir. Haram aylardır. Savaş yapılmaz bu aylarda mesela... Mutlak barış tecellisinin idrak edileceği aylardır… Hz. Ali tarafından nakledilen bir hadiste bir sahabî Hz. Peygamber’e gelir ve “- Ramazan ayından sonra en çok bana hangi ayda oruç tutmayı tavsiye edersiniz?” diye sorar. Hz. Peygamber ona: “- O ay Allah’ın ayı olan Muharrem’dir. O günde Allah geçmiş bir gurup günahkârın tövbesini kabul eder” buyurur.
Tabii meş’um o Kerbela hadisesi bu ayın başlarında meydana gelmese idi bu ayın mana ve ehemmiyeti bu şekilde idrak edilecek idi. Ama olan oldu. Hem de haram ayda. “Hasan ve Hüseyin’i seven beni sevmiştir onlara buğzeden bana buğzetmiştir” diyen (Ahmed, Müsned, II/288) Peygamberin ümmetinden olduğunu ileri sürenler tarafından vahşice katledildi Hüseyin.
MAKALEYİ SESLİ DİNLEMEK
İÇİN TIKLAYIN
Bu hadiseyi örtbas etmek veyahut küçültmek isteyenler Muharrem ayının faziletine dair Hz. Peygamber’in söylediği sözleri öne çıkarmaya ve hatta hiç alakası olmayan ve hepsi de bu ayda olduğunu iddia ettikleri ve nedense hepsi de olumlu olayları alternatif olarak ortaya atmaya başladılar. Aşure tatlısı icad ettiler. Bugün de sıkça şahit olduğumuz o psikolojik savaş taktiği olan beyaz haberler yayma yöntemini kullanarak..Lakin ehl-i hakikat olanlar bu hadiseyi hiç unutmadılar. Diğer sahih Muharrem ayı kutsallığı rivayetlerini inkar etmeden buna bir de Hüseyin’i yadetmeyi kattılar. Bir intikam kindarlığı olarak değil, bir asil duruş olarak Hüseyin’i hep hatırda tuttular. Hatta bazen bu olayı diğer hadisatın o kadar üzerinde bir olay olarak gördüler ki;
“Ger bileydi sulbünden geleceğini Yezid’in
Almadan boşardı Havva’yı Âdem”
deyecek kadar Hüseyin aşkına dünya tarihini alt üst etmeyi bile göze aldılar."
... -
Bir ticaret yapmadım nakd-i ömür oldu heba,
Yola geldim lakin göçmüş cümle kervan bihaber.
Ağlayıp nâlân edip düştüm yola tenha garip,
Dide giryan, sine bîryân, akıl hayran bihaber...Niyazi-i Mısri
-
Ve bazende; seninle konuşmak iyi geldi, diyebileceğin birisi olmalı.