Kültür-Sanat / Bugün hangi kitaptan kaç sayfa okudunuz? Okuduğunuz kitaptan bir bölüm/anekdot paylaşır mısınız?
-
Yanlış aynalara yöneldik görünmek için
Göstermek için bir şeyleri unutmak için
Olmayan bir şeyleri olan bir şeyleri.
En zayıf yanımızda bulvar tuzakları
Öyle bir süsledik ki bedenlerimizi
-Evlerimizi, eksiklerimizi-
Bakarak birbirimize saklı öykünmelerle
Giysiler takılar boyalar içinde
Kayboldu yüreklerimiz
Ve bir ince düşünce..
Şükrü Erbaş-Kayboldu Yüreklerimiz -
Çok acı çekenler,çok yaşarlar. (Vadideki Zambak)
-
"Zarar veren hiçbir şeyi affetmemem gerekiyor, hatta ucu bana dokunsa bile. Zira tek başıma değilim bu dünyada. Belki bugün bana birinin hakaret etmesine göz yumar ve zarar vermediğini düşünerek gülüp geçerim. Ama, ilk denemesini benim üstümde yapmış olan adam, ertesi gün giderek benden aldığı cesaretle bir başkasının derisini yüzmeye kalkar.
Ve kişi, insanları değişik yönlerinden incelemek zorundadır anacığım. Kesin bir ayrım yapmalıdır aralarında. Bunlar benim yoldaşlarım, bunlarda düşmanlarım diye.. Bu doğru bir çözüm yolu olduğu gibi insanları yormaz ve onlara bıkkınlık da vermez." GORKİ-ANA -
Bir gecedir sana doğru senden...
Geçen yaşadığındır, yaşarken anlamadan.
Kalan bir gerçektir belki,
Bir iğne gibi kaybolan, bir bardak gibi kırılan.
Gelen sanki beklediğindir,
Ve giden, en tadlı, en sıcak, en kocaman. Özdemir Asaf'ın GİDEN adlı şiirinden -
"Önce hepsini yazdım sonra hepsini çizdim.
Yazıp çizdiklerimden çıktı kara bir resim.
Baktım, orada, bir bir sevdiklerim.
Bakıyorlar ardından yazıp çizdiklerimin.
O,yazarken ya da çizerken bilmediğim
Bilmeden yazdıklarım, bilmeden çizdiklerim.
Beni çizdi sonunda, yazıp da çizdiklerim.
Bana gülüyor şimdi, yitip-yitirdiklerim
Çizilmemiş olanlar, yazmayıp bildiklerim.
Ah bilip ettiklerim, bilmeyip ettiklerim. " -
"Aldanmak yaptığımız her işte şaşmaz yazgısı hepimizin.
Her sabah parlak işler tasarlar , gün boyunca budalalık ederim."(Voltaire)
-
1948 yılında yazılmış bir distopya ama insanı ister istemez düşündürtüyor ve birazda ürkütüyor. Birebir olmasa da gerçek hayatla olan benzer yönleri yakalayabiliyoruz.
"egemen kesimin iktidardan düşebilmesinin yalnızca dört yolu vardır. ya bir dış güç tarafından alt edilecektir, ya ülkeyi yönetmekte kitlelerin baş kaldırmasına yol açacak kadar yetersiz kalacaktır, ya güçlü ve hoşnutsuz bir orta kesimin doğmasına engel olamayacaktır ya da kendine olan güvenini ve yönetme isteğini yitirecektir. bu nedenlerin hiçbirisi tek başına işlemez, dördü de şu ya da bu ölçüde bir arada etki eder. kendini bunların hepsine karşı koruyabilen bir egemen sınıf sürekli iktidarda kalabilir. "
George Orwell-1984
-
"Sana gelen çiçekler beni çok üzdü. Üzüntüden ne çiçeği olduklarını okuyamadım bile. Üstelik şimdi onlar senin odanda duruyor. Eğer ben dolap olsaydım, güpegündüz kendimi iterek odadan çıkardım. En azından çiçekler solana kadar koridorda dururdum. "
Franz Kafka
-
Hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey bana cazip görünmüyor. Günden güne miskinleştiğimi hissediyorum ve bundan memnunum. Belki bir müddet sonra can sıkıntısı bile hissedemeyecek kadar büyük bir gevşekliğe düşeceğim. İnsan bir şey yapmalı, öyle bir şey ki... Yoksa hiçbir şey yapmamalı. Düşünüyorum: Elimizden ne yapmak gelir? Hiç!..
Sabahattin Ali - İçimizdeki Şeytan
-
Bayan Gülseren'in saçlarını ihmal etmesi ne tembelliğinden, ne de pasaklılığındandır. Ona yakışır böyle ihmalkar saçlar. Ama, Bayan Gülseren ne de olsa balolar için, bazı isim günleri için saçlarına çekidüzen vermeyi münasip görürdü.
Arkadaşları, öyle de güzelsin, böyle de Gülseren, derlerdi. Bir zamandır Gülseren'in artık saçlarını ihmal etmemeye başladığını gören arkadaşları, işin aslını bilmiyorlar, Gülseren'in de otuzu aştığına kadar vardırıyor, işi dedikoduya döküyorlardı. Vakıa Gülseren Hanım otuz yaşını bitirmişti ama, ihmalkar saçların ona oldum olasıya yakışacağını, belki de kendisine elli yaşında, vaktinden evvel saçı ağarmış, entellektüel bir hanım tesirini vereceklerini biliyordu...
Şimdiki halde bir mahalle kızının cazibesini de tellerine ekleyen bu saçları düzelttirmesinin sebebini kimse bilmiyordu demek bir hatadır. Kadın kısmının yalnız kendisinin bildiği sır, dünya yüzünde yoktur.
Bayan Gülseren-Havuz Başı, Sait Faik Abasıyanık, sf.37 -
Murathan Mungan “bu ülkenin resmi dini ikiyüzlülüktür” derken; Şevket Pamuk yolsuzluğun, düzenin kendisi olduğunu söylerken; Ayfer Tunç, bir ahlak buhranında yaşadığımızdan bahsederken; Gülse Birsel Yalan Dünya’daki kurgunun ve karakterlerin, ülkede olanlardan daha ciddi ve ahlaklı olduğundan dert yanarken; ve Hakan Günday Zargana’da “Matematiği kuvvetli değildi, fakat çıkarlarını hesaplamasını iyi bilirdi” cümlesini sarfederken farkında olmadan Türkiye’yi yıllardır yiyip bitiren ancak adı konulamayan bir kavramı tasvir ediyor aslında. Ben bu kavramın adını koyuyorum: Ahlaksız Büyüme.
Ekonomimiz büyüdü; ahlaksızca; ve bir ahlaksız büyüme sürecinden diğerine sürüklenirken hepimizi bir kara delik misali içine çekerek. Ahlaksız büyüme kimimize erzak torbası, kimimize iş, kimimize maaş zammı, kimimize kömür yardımı, kimimize faiz rantı, kimimize arsa rantı, kimimize de sattığımız oylarımız karşılığı aldığımız para olarak döndü. Bu nedenle ahlaksız büyümeye göz yumduk toplum olarak. 1960’ta Aziz Nesin’in Zübük’ünü okuduk güldük; 1980’lerde Şener Şen’in Namuslu’da canlandırdığı Ali Rıza karakterine güldük; ve 1990’larda Kemal Sunal’ın Koltuk Belası’nda canlandırdığı Zühtü Kaya’ya güldük. Bunlara gülerken aynı zamanda düşündük, ama düşündüklerimiz konusunda hiç bir şey yap(a)madık. Kısa dönem getirileri uzun dönem getirilerin hep üzerinde tuttuk. Yalana, haksızlığa, hukuksuzluğa sırf bu kısa dönem kazançlar için dur diyemedik. Sonuçta hepimiz ahlaksız büyüme sürecinin bir parçası olduk.
Aziz Nesin 1960’ta ‘Zübük: Kağnı Gölgesindeki İt’ adlı romanında şu satırları yazmıştı: “Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde”. Maalesef bu satırlar, üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen hala güncelliğini koruyor ve cevaplamaktan kaçındığımız soruyu bir kez daha suratımıza vuruyor: Çuvaldızı kendimize batırmanın zamanı gelmedi mi?
...
İbrahim Semih Akçomak-Ahlaksız Büyüme -
Ivo andriç - Drina köprüsü
Onbes yirmi yillarini yeniden para biriktirmeye evlerini onarmaya harcadiktan sonra su baskınının hatirasi onlara dehset verici, korkunç, ayni zamanda yakin ve sevgili bi hatira gibi gelirdi. Bu, hala hayatta olan insanlarin arasinda adeta bir bağdi. Birlikte gecirilen bir felaket kadar insanlari birbirine baglayan hicbir sey yoktur. Anilar bitip tukenmiyor ve bunlari siralamaktan hic yorulmuyorlardi.
Hazine ve maliye uzm yard basliginda yeni bi gonderi var mi diye kontrole girdim bu basligi gordum yazayim dedim.