17 Ağustos 1999
-
Sesimi duyan var mı?
Hala bu soruyu bir yerlerde duyduğum zaman irkilirim, korkarım. Bana çaresizlikten, bekleyişten, umuttan, gözyaşından, ölümden ve hayattan çok daha fazlasını çağrıştırır.
Ankara'da çok fazla hissedilmemesine rağmen ki Gölcük ile kıyaslayarak söylüyorum, çocukluğumun en kötü gecesiydi. Düşünsenize her gün sevinçle içine girdiğiniz, sevdiklerinizle yemek yediğiniz, bazen kavga ettiğiniz, çoğu zaman güldüğünüz, kardeşinizle kumanda mücadelesi ettiğiniz, iş çıkışı "eve gitsem de bi' ayaklarımı uzatsam." dediğimiz yuvadan mezarınız olmaması için kaçıyorsunuz.
Hatta bazılarımız kaçmaya bile fırsat bulamıyor. Bir uykunun ölümle sonuçlanacağı kimin aklına gelirdi ki. Korkunç bir sabaha eksilerek uyanmak. Sevdiklerinizin eksikliği ile. 17 bin eksik can ile sabaha uyanmak...Hafızalarda hep diri tutulması gereken bir olay. Ama diri tutmak yeterli değil ki. Ders almaktır önemli olan. Hergün içinde çocukların eğitim gördüğü binalar güçlü mü, afet toplanma merkezleri yeterli mi, afet bölgeleri yapılaşmaya, konutlaşmaya yasak mı, metropoller ne durumda? Soruların cevaplarından emin değilim. Ama emin olduğum şey deprem gerçeğiyle önünde sonunda yeniden karşılaşacağımız ve korkusu. Ve emin olduğum tek şey böylesi durumlarda kenetlenerek çoğaldığımızdır. Sanırım hiçbir şey birken bu kadar çok olamaz.
Enkazdan çıkan her insan, yeniden doğmuş bir bebek gibiydi, öyle yer etmişti hafızalara.
Bir daha böyle korkunç geceler ve sabahlar yaşamamak dileğiyle.