"Mesele bu karanlığın kendisinde. Mesele şurda; niçin bu kadar biçareyiz, ümitsiziz, neden her tuttuğumuz dal elimizde kalıyor. Bu memlekette sadece fena şey mi yapılır, bütün hesaplarımız bozuk, hiçbir faziletimiz kalmadı mı.... Sabri Hoca birdenbire Behçet Bey'e döndü: Oğlum Behçet sen bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? dedi. İnsan bozulur, insan kalmaz. Bir medeniyet insanı yapan manevi kıymetler manzumesidir. Anlıyor musun şimdi derdin büyüklüğünü. Cahilsin; okur öğrenirsin, gerisin; ilerlersin, adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir, paran yok; kazanırsın, her şeyin bir çaresi vardır fakat insan bozuldu mu bunun çaresi yoktur. Sen cilt yapıyorsun, şiraze nedir bilirsin. Biz de insanoğlu şirazesiz kalmış. Hayat onun için ahenksiz, birbirini tutmayan, günün hayatına cevap vermeyen bir yığın ölü kıymetler tarafından idare ediliyor. Dünyaya baktığımız zaman ayrı görüyor, kendi kendimize kaldığımız zaman ayrı düşünüyoruz. Yığınlarca tezat içerisinde yaşıyoruz. Bütün Şark dünyası bir ızdırap içinde muttasıl gömlek değiştiriyor. Hint'i, Çin'i, Arap'ı, Türk'ü hep soyunuyoruz, soyundukça üstümüzden attığımız şeylerin alelade ekler olduğunu daha derinden birtakım şeyler çıkarıp atmak lazım geldiğini görüyoruz. O zaman korkuyoruz, olduğumuz yerde imdat arar gibi sağa sola bakıyoruz, sonra tekrar başlıyoruz gene tabaka tabaka soyunuyoruz. Tırnaklarımızla derimizi yüzer gibi bir şeyler daha atıyoruz. Zaten biz soyunmasak bile onlar üzerimizden lime lime dökülüyorlar. Fakat olmuyor, bize lazım olan gömlek değiştirmek değil, içten değişmektir...
İsmail Molla adeta istemeye istemeye söze başladı. İstiareyle konuşuyorsun Hoca, güzel ama insanı yanıltır. Bana kalırsa ortada ne öyle Şark var ne de açıkta kalmış ölüsü var. Demin Şark'ı müdaafa eder göründüm, maksadım sana fikrini açıkça söyletmekti. Ben Şark'a bağlı değilim, eskiye de bağlı değilim, bu memleketin hayatına bağlıyım. Bu Müslümanlık mıdır, Şarklık mıdır, Türklük müdür bilmiyorum. Yirmi senedir okudum, otuz sene Kadılıklarda Fetvahanede çalıştım. Bir tek şey anladım: Kitapla bu hayatın ayrılığı. Sen Garp'dan geri olduğumuzu söylüyorsun, zaten herkes bunu söylüyor, elbette doğru bir söz olsa gerek fakat ben daha mühim bir şey söylücem. Ben hemen etrafımızdaki hayattan geri olduğumuzu söylücem. Bence ne Şark ne şu ne bu vardır. Etrafımızda gördüğümüz hayat vardır. Bizi yapan bu hayattır. Bütün hususiyetlerimiz ordan gelir. Buysa kitapta okuduklarımız gibi bi kere için olup bitivermiş şeyler değildir. Daima değişken, değiştikçe bizi de değiştiren bir şeydir... En çetin fıkıh meselesini hazırladığım bir fetva ile hallettiğim bir günün sonunda evimin kapısında yanlış yunluş bir Arapça ile dua eden abani sarıklı kör dilenciye gıpta ettim. Onu Allah'a daha yakın buldum. Medresede öğrendiğim, tekkede dinlediğim Allah'a değil fakat içinde yaşadığım bu hayatın bütün yüksek taraflarını, insanlığını, cevherini kendinde toplayan Allah'a. Anladım ki ikisi ayrı ayrı şeylerdir. Gençliğimde Bağdat'ı, Basra'yı babamla görmüştüm. İhtiyarlığımda Mekke'de Medine'de memuriyet verdim. Mısır'a uğradım, Şam'da çocukluğumun iki yılı geçti. Hepsini türbesi, evliyası, kandili, bayramı, namazı, niyazı ile gördüm ve daima başkalığını hissettim. Daima aynı olması lazım gelen bir uluhiyetin çehresi benim için değişti, yavaş yavaş o hale geldim ki bir kandil çöreği, bir Ramazan manisi, iyi yakılmış bir mahya, sırtında yamalı abası, elinde keşkülü, değneği... fakir ve bitli bir dilenci benim için Müslümanlığın ta kendisidir. Gene anladım ki bizim Şark, Müslümanlık, şu, bu diye tebcil ettiğimiz şeyler bu toprakta kendi hayatımızla yarattığımız şeylerdir. Bize uluhiyetin çehresini veren; Hamdullah'ın yazısı, Itri'nin tekbiri, kim olduğunu bilmediğimiz bir işçinin yaptığı mihraptır.
-Dikkat et halis Müslüman gibi düşünmüyorsun Molla Bey.
-Bilakis tam bir Müslüman gibi düşünüyorum.... İki yüz yıl bu memleketin hayatına karışmış yaşayan dedelerimden bana miras kalmış bir Müslümanlık. Bu Müslümanlıkta Tekirdağ karpuzunun, Manisa kavununun, Amasya kayısısının, Hacı Bekir lokumunun, Itri bestesinin, Kandilli yazmasının, Bursa dokumasının hisseleri vardır. Bu Müslümanlığın çehresi otuz kırk senede bir bütün etrafıyla beraber değişir.... Bu Müslümanlığın benim de herkes gibi inandığım akideleri vardır fakat onların arkasında kendilerini aydınlatan, manalarını yapan bütün bir hayat vardır."
Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahur Beste.