Bazı Şeyler🎶📚☕🎬📝
-
-yetişemeden kaybettiklerimiz,
çoğalıyor.
...
Yola çıkan kişi, nereye ulaşabileceğini,
ancak yürüyüp, yolu aşıp, vararak bilebilir
-yol, yürünmeden, bilinmez…Kendi yönünü bulamayan kişi için,
‘yol’ yoktur-bir sürüklenmedir
bütün ‘yürümesi’…Kendi yolunu bulamayan,
bütün yolları boşuna yürür.Oruç Aruoba
-
İnsan için önüne çıkan bütün yollar "yürünebilir" yollar ise, o insan artık kaybolmuştur.
İsmet Özel
-
Delikanlılık çağına ulaşmış Nazım Hikmet, o gün arkadaş bulup tek kale futbol oynayamadığı için, duvara şut çeker dururmuş. Dedesi, eski Konya Valisi şair Nazım Paşa da yaşıtı ve kafadarı emekliler ve tarikat arkadaşı Mevleviler ile kameriye altında oturmuş, tasavvuftan bahsederler, Mesnevi'den Farsça beyitler okurlarmış. Nazım, topu ara sıra kameriyeye kaçtığından, almağa gidermiş. Bir seferinde kulağına tuhaf bir konuşma çalındığı için lavanta çiçeklerinin ve süs bitkilerinin arasındaki topuna eli uzanırken öylece donmuş ve oracığa çöküp dinlemeye başlamış. Bu sahneyi ömrünün pek büyük sürprizi ve şairlik mesleğinin ilk mükafatı olarak benim yanımda başkalarına da defalarca anlattı.
Misafirler dedesine diyorlarmış ki: "Niçin gizlersiniz Paşa hazretleri? Bu şiiri zat-ı devletinizden gayrı hangi Mevlevi yazabilir?."
-"Emin olunuz, ben yazmadım."
-"İmzası da Mehmet Nazım."
-"Aynı isimle başkaları da yazmış olabilir."
-"Tevazu göstermeyiniz, böyle bir nefise efendimizin kaleminden çıkmadıysa kimin eseridir acep? Mecmua henüz basılmış, vapurda okur okumaz toplanıp arz-ı tebrikat için mübarek ellerinizden öpmeğe geldik. Nurolun.."
Paşa ısrar etmiş "Bu şiir hece vezniyledir. Ben aruz kullanırım. Mamafih merak ettim. Bir kere daha okuyunuz da dinleyeyim." Şiiri baştan itibaren okumaya koyulmuşlar. Nazım Hikmet artık dayanamayıp kucağında topu, çilli yüzü kıpkırmızı, lavanta çiçeklerinin ve süs bitkilerinin arasından başını kaldırıp heyecanla manzumenin arkasını getirmiş:"Ebede set çeken zulmeti deldim
Aşkı içten duydum, arşa yükseldim
Kalpten temizlendim, huzura geldim
Ben de müridinim, işte Mevlana.."Misafirler kaç yönden şaşırmış. Evvela kameriyenin hemen oracığında çiçekler arasından çatallaşmış bir çocuk sesinin duyuluşuna... Fakat asıl yeni basılıp köprüden hemen o gün satın alınmış olan bir dergideki şiiri torun Nazım’ın ezberlemiş bulunuşuna. İçlerinde en dedektif zekalı bir emekli müstahsil kurnaz kurnaz gülmüş: "Sübut buldu efendim. Demek ki hafid küçük bey eseri alinizi evrakınız meyanında görüp hafızasına nakş eyleyivermiş..." Bir taraftan Paşa itirazlarına devam ederken, öbür yandan Nazım Hikmet haykırır dururmuş: "Benim de ismim dedeminki gibi Mehmet Nazım. Bahçede oynarken konuştuklarınızı dinliyordum. Mevlevi şiirleri yazıyorum. Mecmuaya gönderdim. Basmışlar işte, Dergâh'ta başka şiirlerim de basıldı, basılacak tabi, kitaplarım da çıkacak tabi... Sonradan basılan bu şiirinden parçalar okumuş coşkun coşkun..."
O devirlerde Türkçe böyle açık açık yazılamıyor, hele Mevleviler Farsça üzerineler. Mevlevi ruhunun saf Türkçe'yle hece vezninde belirmesi mutasavvıflarca mucize sayılmış... Kimi ak kimi kır sakallı mutasavvıflar çocuk şairin elini öpmek için birbirini ite kaka seyirtmişler. Büyük babası da etki altında kalıp torununun elini öpmüş, derlerdi. Bununla beraber Nazım, dedesine el öptürdüğünü kesinlikle reddetti, öyleyse bu iddiayı ancak hoş bir efsane kabul etmeliyiz.
Bu Dünyadan Nâzım Geçti, Vâlâ Nureddin
-
Putları taşa tutmanın
Güç’lüğünü geç anladım.
Delileri avutmanın
Hiç’liğini geç anladım.İhtiraslar dursun diye
Şehiri sığdırdım köye
Her bedenin ayrı şeye
Aç’lığını geç anladım.“Safkan” dedikleri atın
Ünü büyük pek çok zatın
Bir yerde ilmin, sanatın
P.ç’liğini geç anladım.Hak’tan söz edersen eğer
Atılan taş sana değer
Doğruluk suç imiş meğer
Suç’luğunu geç anladım.Su taşırken kalbur, file
Susmak gerekirmiş dile
Yazık... geç kalmanın bile
Geç’liğini geç anladım.Abdurrahim Karakoç
-
Aynaların Ötesi
Her ne kusur varsa, geçen zamanda;
Suçsuzdur aynalar elâ gözlü yâr.
Mecnunlar Mevlâ’yı bulursa canda,
El olur Leyla’lar elâ gözlü yâr.Güzel açar güzelliğin sergisin
Gün ağartır kara saçın örgüsün
Muhabbet faslında ölüm türküsün
Kim söyler, kim çalar elâ gözlü yâr.Eştikçe iş çıkar işin içinde;
Gençliği hasret yer sevda göçünde.
Bilmez misin, dört mevsimin üçünde
Kar olur yaylalar, elâ gözlü yâr.Alı al, yeşili yeşilde ara;
Ahirete gider kalpteki yara
Ne yapsan bir daha çıkmaz dallara,
Dökülen ayvalar elâ gözlü yâr.Vakit dolar, nakit biter kasanda
Sevgi bir kitaptır gönül masanda;
Okusan da olur, okumasan da...
Kapanır sayfalar elâ gözlü yâr.Abdurrahim Karakoç
-
Yanardağ kıyısında yaşama
Yukarda bir yanardağ
Kızgın küllerini savuruyor
Bu ölü şehrin üstüne
İşte bu şehre alıştı Taha
Kırağı çalmış evlerine
Kahvelerinde dayanılmaz bir çağrıyla
Çağıran gecelerine alıştı Taha
Geceye bir alkol gibi alıştı
Kışlarında terlediği üşüdüğü yazlarında
Bu şehre alıştı Taha
Gül açmayan baharlara
Yaprak düşmez sonbahara
Kurbansız bayramlara
Öğle öten horozlara
Ancak geceleri rastlanılan köpeklere
Tütün kokan kedilere
Kesin kesin alıştı
Yalnız sahaflarında grev yok
İşçiler lağımları akar bırakmış
Kurumuş kitabelerdir artık çeşmeler
Bir semtine yerleşti...
Sezai Karakoçgün gelecek düzelecek bu şehir
elbet kaldıracağız üzerinden enkazı
yangından sonra başlayacak
asıl iyileştirici yanı...
https://youtu.be/o1UCtjdDXf4 -
...
Fakat düşündün mü yolunun uzunluğunu ?
Neler var yolunun üstünde, düşündün mü?
Koşar-adım aşabilecek misin şu dağı, geçebilecek misin
bu hızla şu beli, tırmanabilecek misin bu solukla şu sırtı ?
Ovada dikenler yollara uçmuştur, kuru dereleri seller basmıştır,
kar yağmıştır belki o tepelere ? Böyle, uçar gibi geçip
gidebilecek misin oralardan, hemen varabilecek misin oraya ?
Belki sırtlanlar üşüşmüştür leşlere, kuzgunlar tutmuştur belki
yolları. Belki silinmiştir ayak izleri yolcuların.
Bütün bunları düşündün mu ey yolcu ? çünkü sen, ne ilk yolcususun
bu yolun, ne de son.Derim ki sana :
Nehirler boyu git
Nerelerde ve niçin durgundur nehirler,
nerelerde ve niçin hırçındır nehirler,
nerelerde ve niçin mendereslidir,
nerelerde ve niçin çağlayanlı ve de çavlanlıdır nehirler,
gözlerinle gör, duy kulaklarınla
Gör ve duy ki, nasıl varır nehirler denizlereDerim ki sana :
Denize varmaktır amacı nehrin, denize varmak, ey yolcu
Büyükse dağ, aşamıyorsa üstünden nehir, dolanır çevresini dağın.
Büyükse kaya, söküp atamıyorsa nehir, birikip birikip taşar
üstünden, dolanır yanını yöresini. Yokuşsa yolu, koşamıyorsa
menderesler çizer nehir. uçurum çıkarsa önüne, kapıp bırakır kendini
nehir, açar kanatlarını; varır varacağı yere, oraya denizeDerim ki sana :
Nehirler boyu git ve gör nehirlerin nasıl yol aldıklarını
sen de bir nehirsin ey yolcu
Senin de varmak istediğin bir yer var
Gerçekten varmak istiyorsan oraya, nehirlere iyi bak
Engeller
nasıl aşılır, öğren nehirlerden
Yarı yolda yokolup gitmek değildir
amaç, nehirler gibi akıp, nehirler gibi ulaşmaktır oraya
Varmaktır oraya, ey yolcuDerim ki sana :
iyi oku yolunu, avucunun içi gibi bil
Dizlerini, ciğerlerini,
yüreğini sıkı tut, iyi dengele
Ovada koşar gibi vurma kendini
dik yokuşlara
uçuruma atlar gibi bindirme kayalara
“daha koş, daha koş” diye alkış tutanlara kanıp da, kesilip
kalma yarı yolda
Dipdiri varmalısın oraya
Hız koşusu değil bu,
ey yolcu, engelli koşudur bu
Engelleri aşa aşa, gücünü koruya
koruya varmalısın oraya
çünkü oraya varmaktır amacın, koşmak değil
Boşuna sevmedim nehirleri
Aktıkça büyümesi boşuna değil
nehirlerin
Akan büyür, ey yolcu...Hasan Hüseyin Korkmazgil
-
@plansız hocam hayırlı olsun başlık, tek kişilik dev kadro mu yoksa vip falan mı
-
@elisa Hoş geldin dostum, nerelerdesin İkisi de değil, biraz soluklanalım diye, lakin hayat telaşı tabi şimdilik dostların uğramaya pek vakti olmuyor sanki ben biriktirmeye başladım, sizlerden de değerli katkılarınızı beklerim okumak, takip etmek zevk verir
-
@plansız hosbuldum, buralardayım aslında iyi yapmissiniz yenilenme iyidir, sıçrayistir. Güzel alıntılar ve paylasimlarinza bir katkimiz olursa ne mutlu bize
-
Yaşıtları oyun oynayarak zamanlarını geçirirken Cemil Meriç daha küçük yaşta kitaplara gömülmeye başlamıştı. Cemil Meriç 6 yaşında okumayı öğrendiği ve kitaplarla tanıştığı vakitlerde akranları kitap okumak yerine sadece kitaplardaki resimlere bakmakla yetiniyorlardı. Arkadaşları kavga, dövüş oyunlarıyla günlerini tüketirken Cemil Meriç bir kenara çekilir ve başını kitaptan kaldırmadan okurdu... Okula başladığı ilk yıllarda gözlerinin dört derece miyop olduğu anlaşılmıştı. İlerde tamamen kapanacak olan gözleri ilk ışık kaybını bu yıllarda verdi. Gözlük takmaya başlayan Cemil Meriç'i taktığı gözlük yüzünden arkadaşları yadırgadı... İlk başta zorunlu bir tercih olsa da kitaplara kaçışı daha sonraları bitmek bilmeyen bir aşka dönüştü.
... Cemil Meriç'in eğitim seviyesine ek olarak göz numarası da yükselmekteydi. Derecesi altıya çıktı... Cemil Meriç'in arkadaşlarının çoğu Fransız mandasını benimsemiş ve bu durumun sürmesini istiyorlardı. İlerde Hatay Valisi olacak olan Abdurrahman Melek ve bir grup genç bu durumdan rahatsız oldular. Antalyadaki gençleri... bilinçlendirmek için çalışmalara başladılar.
... Cemil Meriç'in düşünce haritası: Cemil Meriç çoğu zaman tefekkür çilesinden sonra fikirlere bağlandı ya kitap okuyarak benimsedi ya da yalnızlıktan kurtulma ümidiyle, çevreye uyum sağlamak için.
Cemil Meriç'in fikir haritasını dört yönden çizebiliriz: İslam'a yakınlık, Türk Milliyetçiliği, Materyalizm-Sosyalizm, Osmanlıcılık.
İslam'a yakınlık... Hocazadeler olarak anılan bir ailede büyüyen Cemil Meriç'in Dimetoka Müftüsü olan babasının dedesi Hafız İdris Efendinin Kur'an-ı Kerim yazmakla meşgul olması, Meriç'in dedesi Hocazede Kaymak Efendinin de aynı şekilde İslam ile meşgul olması..onda İslami bir bilinç uyandırdı... Hacı hoca olmak istediğim dediği zamanlardı. Bu istek Reyhaniye'de çocukluk döneminde arkadaşları tarafından küçümsenmeye ve dışlanmaya başladığı vakte kadar sürdü. Reyhaniye'de kötü Arap imgesiyle özdeşleştirdiği İslam'a karşı oluşturduğu bu önyargı yüzünden dinden soğudu.
Türkçülük... Hatay'da durum vahim, nüfusun çoğunluğu Araplarda idi. Türkler yok gibi. Antakya Sultanisi'ndeki hocaların çoğu Fransız idi ve manda idaresini savunuyorlardı... Öğrenciler arasında da durumda pek bir fark yoktu. Arkadaşlarının çoğu mandacılığı benimsemişti. Cemil Meriç böyle bir ortamda Türkçülüğe sığındı. Türkçülük onun için yeni bir arayış bir ümit parıltısıydı. Duruş sahibi olmanın bir yoluydu....
Materyalizm-Sosyalizm... Antakya Sultanisinde 11.sınıftayken kitap okuyarak önce materyalizmi sonra da sosyalizmi tanıdı. Her iki fikir hakkında en bilindik eserleri ve doyurucu bilgi veren kitapları okudu. Cemil Meriç bu yıllarda materyalistti ve kurtuluşu sosyalizmde görüyordu...
Osmanlıcılık... Cemil Meriç aklıyla Avrupalı, ruhuyla Osmanlı...
Mirza Muhammed Atan. -
İçinde bulunduğumuz inançsızlık çağında, Mutlak'ı arayan biri ne tür bir gerilimin muhatabı olabilmektedir?
Koyu bir inançsızlıktan yoğun bir inanca yönelen biri, yol üstünde neler yaşar, neler görür, neler söyler?
Kaosla düzen, bunalımla huzur, karanlıkla aydınlık, korkuyla umut arasındaki iç tecrübelerimi açıklamak, bunları dile getirirken, insanca paylaşımın onarıcı, şifa verici olanaklarından güç devşirmek..
Bu gaye üstüne inşa edilen bu metinler demetinin, kolektif iletişim ağında, kendine sâlim bir mecra bulabilmesi, eğer bu gerçekleşebilirse, beni mutlu edecek.Ayşe Şasa, Delilik Ülkesinden Notlar
-
Mutluluk bir burjuva illüzyonudur. Mutluluk banal bir şeydir, bayağıdır. Öyleyse yaşasın mutsuzluk! Aynen öyle diyorum ve mutsuzluğu aramaya başlıyorum, mutsuz olmak için ne gerekiyorsa yapıyorum. Binbir muzırlık icat ediyorum adeta, mutsuz olmak için. Daha doğrusu zaten mutsuzum, mutsuzluğuma felsefî bir temel bulmuş gibiyim...
Ortaokul üçüncü sınıfa doğru bir gün sokakta yürürken, bir amnezi haline, bir zihinsel dağınıklık haline yakalandım; aile dostlarımızdan biri beni bir psikiyatra götürdü. Bir devlet hastanesinde genç bir asistan doktor... Kendisinin sosyalist eğilimleri var. Beni sorguya çektikten sonra: "Sen çocukluğunu atlamışsın, dikkat etmezsen gençliğini de yaşayamazsın. Zihni hayatın tehlikede." diyor. Ben kendisine intihar etmeyi düşündüğümü... söyleyince: "Sen bu topluma gerekli birisin, akıllı bir çocuksun!" tembihinde bulunuyor. Bu laf bende bir bomba etkisi yaratıyor; toplumla aramda bir bağlantı noktası oluşturmaya çalışıyorum. Varoluşuma sebep aradığım için toplumcu düşünceler merakımı kamçılıyor... önce egzistansiyalistler sonra sosyalistler ilgimi çekiyor...
...............................................
Hayatımın en renkli parçası Kemal Tahir; evi büyüleyici ve her zaman renkli simalar var... Gürül gürül akan bir sohbeti var Kemal Tahir'in... Kemal Tahir o yıllarda yani 1964 sonrasında iyice Osmanlı tarihiyle meşgul ve Osmanlı tarihinden çıkardığı fikirlerle Türk insanının psikolojisini tespit etmeye çalışıyor... Tarihi bilmenin gerekliliği, kendi kültürümüze dönük araştırmaların yapılması konusunu sık sık vurguluyor. Fakat büyük bir eksiklik var tabi... İslam'a yeterince atıfta bulunmaması... tamamen seküler bir planda Türk tarihini tahlil yetersiz kalıyor....
........................................
Bir gün Cihan Ünal, İsmet Özel'in bir kasete okuduğu şiirlerini getirdi; Türkan Şoray'la misafirliğe gelmişlerdi... İsmet Özel'in "Mataramda Tuzlu Su" şiiri bana müthiş heyecan veriyor; tekrar tekrar dinliyorum... İsmet Özel'i tanıma hevesine kapılıyorum. Telefonlarla şurayı burayı arayarak İsmet Bey'i bulma teşebbüsüne giriyorum... Uzun aramalardan sonra İsmet Bey'i buluyorum. İsmet Bey'e diyorum ki: "Ben Ayşe Şasa, siz beni tanımazsınız, ben bir senaristim." Bir an bir sessizlik oluyor... İsmet Bey: "Ben askerliğimi Yılmaz Güney'le yaptım, o bana sizden, Yeşilcam'da dikkate değer bir insan olarak bahsetmişti." Ben de İsmet Bey'e kitabını okuyup çok etkilendiğimi söylüyorum. " Ben de böyle bir değişimin arefesindeyim, görüşebilir miyiz?" diyorum... İsmet Bey, ziyaretimize geliyor, imzalı kitaplarını veriyor bana; hepsini okuyorum ve böylece günümüzde yaşayan Müslümanların konularıyla, meseleleriyle ilgi kurmaya başlıyorum. Aşağı yukarı her gün İsmet Bey'i arıyorum, sorular sormaya başlıyorum; İsmet Bey beni aydınlatıyor. Yeni okumalara koyuluyorum.Ayşe Şasa, Bir Ruh Macerası
-
ÇOCUKLUĞUMUZ
Annemin bana öğrettiği ilk kelime
Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimdeAnnem bana gülü şöyle öğretti
Gül, Onun, o sonsuz iyilik güneşinin teriydiAnnem gizli gizli ağlardı dilinde Yunus
Ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpusBabamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde
Binmiş gelirdi Ali bir kırataAli ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından
Asyada, Afrikada, geçmişte gelecekteBiz o atın tozuna kapanır ağlardık
Güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdüÇocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü
Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahramanAli olmaktan bir sedef her çocukta
Babam lambanın ışığında okurdu
Kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık
Fetihlerde bayram yapardık
İslam bir sevinçti kaplardı içimiziPeygamberin günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardık
Bediri, Hayberi, Mekkeyi özlerdik, sabaha kadar uyumazdıkMekkenin derin kuyulardan iniltisi gelirdi
Kediler mangalın altında uyurdu
Biz küllenmiş ekmekler yerdik razı
İnanmış adamların övüncüyle
Sabırla beklerdik geceleriŞimdi hiçbirinden eser yok
Gitti o geceler o cenk kitapları
Dağıldı kalelerin önündeki askerler
Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibiSezai KARAKOÇ
-
@plansız üstad bizde gelecek kaygısından kurtulup güzel kitaplar okur muyuz ne dersiniz
-
@Cemre33 Allah, tez vakitte hayırlı bir iş nasip etsin, içiniz daha rahat bir şekilde test kitaplarını bir kenara bırakın ve istediğiniz kitapları okuyun inşallah dostum ve hiçbir zaman yürüdüğünüz bu yolu, verdiğiniz emeği unutmayın. Unutmayın ki kitap okuyabilmenin kıymeti hep hatrınızda olsun, sıradanlaşmasın.
-
Nur Yoldaş bir şarkı söylerdi, dinlerken zaman makinesine girip devir değiştirmiş hissi duyardım. Bu sözler bir yerlerden tanıdık ama çözemediğim bir durum da var derdim. Yine de daha önce araştırmamıştım. Sonra öğrendim ki şarkının adı boşuna "Defter-i Divanımız" olmamış, meğer Ergüder-Nur Yoldaş ikilisi divan edebiyatından beyitleri derleyip şarkı yapmış. Müziğin divan edebiyatına uygun ağırlığı benim açımdan tartışmaya kapalı olmakla birlikte Fuzuli'den Nef'i ye kadar çeşitli şairlerin beyitlerini böylesine biraraya getirerek, sanatçıya özgü bir hassasiyetle en güzel eserlerinden birine dönüştürmüşler.
-
Ben, bu kulaklara göre ağız değilim.
...
İnsan aşılması gereken bir şeydir.
...
Konserler ve sirkler, pazarlar ve alışveriş merkezleri kalabalıktır. Görmeyen ve duymayanlar için yapılmıştır buraları. Gördüklerini ve duyduklarını zannetsinler diye her şey çok büyük ve gürültülüdür. Ve bir kandırmacadan başka bir şey değildir bunlar. Herkes herkesle aynı şeyi gördüğünü ve duyduğunu düşünsün diye yapılır bunca şey. Çünkü herkesle aynı şeyi gördüğünü düşünen kendisinin körlüğünden kuşku duymak zorunda kalmaz ve bu konuda hiç olmadığı kadar çok desteklerler birbirlerini.
...
Yalnızlığına kaç kardeşim, büyük insanların gürültüsünden, küçüklerinse iğnelerinden huzursuz olduğunu görüyorum. Orman da kaya da saygıyla susmayı bilir. Ulu bir ağaca dönüştür kendini, sessiz ve sakince dinler o. Bir denizin üzerinde salınır, durur. Dediğinde ısrarcı olanlara da özenme çünkü sen bir hakikat sevdalısısın. Hakikat kendini hiçbir zaman dediğinde ısrarcı olanın kollarına bırakmaz. Derin bir kuyunun idraki de yavaştır.
...
Düşüncelerinin savaşını vereceğin düşmanını bul, savaşını ver. Düşüncen yenilse bile dürüstlüğün galip çıkacaktır.
...
İnsanlarla ilişki insanların karakterini bozar, özellikle de bir karakteri yoksa.
...
Düşüncelerini bir buzun üzerinde serinletemiyorsan, hararetli tartışmalara girme.
...
Varsın sevgi ırmağın sapa yollara düşsün, mümkün müdür bir ırmağın sonunda denize kavuşmaması.
...
Sadece senden isterim güzelliği kudretli insan, başkasından değil... Her türlü kötülüğü bekliyorum senden, bu yüzden iyiliği de senden istiyorum. Pençeleri olmadığı için kendini iyi zanneden zayıflara ne çok gülüyorum oysa bir sütun gibi olmalısın. Onun erdemini almalısın. Yükseldikçe güzelleşmelisin ama içten içe sertleşmeli ve dayanıklı hale gelmelisin.
...
En sessiz sözcüklerdir fırtınayı getirenler, dünyayı güvercin adımlarıyla gelen düşünceler yönlendirir.
...
İnsan, insanın derdidir ancak insan, dermanını yine insanda bulur.
...
İnsanların arasında susuzluktan ölmek istemeyen biri tüm bardaklardan içmeyi öğrenmeli ve insanların arasında temiz kalmak isteyen biri pis sularda yıkanmasını da bilmeli.
...
Kirli bir akıntıyı saflığını bozmadan içine alabilmesi için insan, bir deniz olmalıdır.
...
Müziğin sesini duymayanlar, dans edenlerin deli olduğunu düşünürler.
...
Nietzsche, Kaderini Sev Çünkü Aslında Hayatın Bu. -
-Konuşmak benlikler arasında bir saklambaç oyunudur.
...
-Alâkalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ve sevmek deyip çıkıyoruz. Onun için ne kadar suistimale uğruyor bu kelime.
...
-Hepimiz kahkahalarımızı gözyaşlarımızla ödüyoruz ve bu hususta bir dilenci bir milyarderden farksızdır. Çok gülenin çok ağladığını söyleyen atalar sözü de bize heyecanlarımız arasındaki muvazeneden doğan bu büyük müsavatı bildiriyor. Bunun için muvakkat hazlar ve kederler istisna edilirse insanlar arasında devamlı bir saadet ve felâketten bahsedilmesini bile fazla bulanlardanım.Bir Tereddüdün Romanı, Peyami Safa
-
Biz bu dünyanın en çok ihtiyarlarını sevdik değil mi Çetin? İhtiyarlara yaraşır bir vefa duygusunun peşinden koştuk.
...
Daha sonra mı? Sonra onun her şeyini ezberledim ben! Aramızda bildiğimiz bütün dillerde geçen bir konuşma başladı. O konuşmayı kesmek, en azından benim için mümkün değildi.
...
Karaya vurduğumuz günlerden birinde sen de söylemiştin, beni hep şaşırtan bundan sonra da şaşırtacak olan kavrayışınla: "Sen yine kendini sevdin. Bense onu sevdim!" Bu iki kısa cümlede vurgulanması gereken sözcükleri de vurgulamıştın. Her şey olup bittikten sonra konuşuyorduk. Bir güzel oturmuştu içime söylediklerin. Yıllar önce İstanbul'da, bütün tavırlarımda, konuşmalarımda hep "en duygusal, en kırılgan benim" havası olduğunu, bu yüzden yakınlarımı baskı altına aldığımı söylemiştin. Böğrümde tek hamlede sapına kadar soktuğun bıçağınla balkona çıktığımda, İstanbul'un berbat, nemli havasını güç bela içime çektiğimde, doğru söylediğini biliyordum."Sen yine kendini sevdin. Bense onu sevdim!"
...
Çetin, askerliğin sırasında yazdığın tek mektubu kendine has bir biçimde şöyle bitiriyordun: Dostum, her şeyin farkında olduğun için yalnız ve mutsuzsun. Seninle anlaşılmaz bir uyumumuz var. İnsanlar böyle durumlar için kan kardeşliği... gibi isimler yakıştırıyorlardı...
...
İnsanları gömdükleri gibi meselelerini de gömebileceklerini düşünen kazma kürek erbabına öfke duyuyordum. Yürüyordum, kendi kendime büyük sözler söyleyerek kalabalığın içinde yürüyordum. Özgürlüğün kimse tarafından sevilmemeyi göze almak olduğunu söylüyordum. Ne büyük söz, uç bakalım Ender uç. Sözcüklerden kendine kanat yapanları çok gördük biz.Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Barış Bıçakçı.
https://youtu.be/56mQXnmztuY
...
https://youtu.be/5nOSmNDWJgI