Geceye bir söz bir şiir bırak :)
-
...
Çocukken... Yani daha insanı tanımamış, henüz kavgaya başlamamışken uyanırdı insan ansızın bir pazar sabahı. Gamsız gaylesiz süren uykudan ani bir kopuş, eve kabartılan bir kulak ve aniden içini saran evde kimse yok hissi. Çocuksu bir korku, herkes gitmiş çekincesi. Çocukluk der güler geçeriz belki şimdi çoğumuz. Ama yaşadıkça, yaşlandıkça sanki tüm yaşanmışlıklar boşunaymış gibi aynı tanıdık his avlar insanı zaman zaman. İnsanı korkutan yalnız kalmak mıdır, yalnız bırakılmak mı? Bunun yanıtını arayacak kadar çok yaşamak istemediğimi düşünüyorum bazen. İnsanlar görüyorum. Yılları sessiz bir devrimin domino taşı gibi devirmiş, saçları - sakalları ağarmış adamlar, beli eriyen kemiğine teslim bükülmüş kadınlar görüyorum. Neleri geride bırakmış, neleri özlemişler belki yıllarca. Bir an, bir anıya çakılıp yüksek irtifadan öylece donup kaldıklarını görüyorum. Yaşanmışlıklar mi özlenir yoksa yarım kalanlar mı? İnsan yaşadığını yaşamıştır. Taşır içinde acısını da, bıraktığı sıcaklığı da. Artık yaşayamayacaklarını anlar hepsi o çakılmalarında. Her gidenin mirası, yalnızlığın tam ortasında. Sahi özlemek mi ağırdı yoksa yalnızlık mı? Soruyorum sonra kendime, çok yaşayıp yalnız ölmekten mi korkun ey herif? diye. Yoksa bir gün elden ayaktan düşüp de, mahkum olmak mı döşekten zincirlere? Yanıt veremeden bakıyorum aynaya bazen bin yıllık dehrin içinde.
Aynada gülüşü solmuş bir yüz,
yaprakları savrulan yorgun bir güz.
Ayna gülüyor, ayna susuyor, susuyorum....
-
. . . . . . . .
-
İyiliğinde kötülüğünde en büyüğü en son gelir.
-
…
insanlar,
karanlık ruhlu diyorlar
acısı içine coşkun bir ırmak gibi akanlara.
kendi üzerlerine bıraksa hüznünü
kim bilir, ilk kim tetiği çekip ortadan kaldırmak, rahatlamak isteyecekti.
yalan hüzünler için.
güzel rüyalar görmek ister halkımız
kabusla uyanacak olsa
hiç olmamış gibi tekrar dalar uykuya sorgusuzca
gördüğü ilk hoş rüyada uyanmaya ayarlıdır saati
-istediği gibi uyanmaya-
onun sırtına inmez hançerler
-sırtından vurulan birini görse uzaklaşır-
acelesi vardır herkesin yaralı ruhlar yanında
biri yardım isteyecek olsa
sesi kısılanlar olur nedensiz.
birde el uzatanlar
en dertliler, derman için seferber olur
onların da gücü yetmez ama
buna hayat derler bizim burda.(eski bir zamandan)
-
. . . . . . . .
-
-
Ekmek, şarap
Sen ve Ben
Bir de sabahın dördü -
"Ben sen de benim kadar
çıkmaza girmeyesin diye girdim çıkmaza.
Şimdi senin felaketini istemedikçe
kendimi felâketten kurtaramayacağımı görüyorum.
Anladım ki benim felâketimi tatmamış olan benim
hangi felâkete uğradığımı bilemez. Benim
kurtuluşum ancak benim gibi, benim kadar
kurtuluşu özleyenin bana el vermesiyle mümkün.Senin felâkete uğramanı istemem. Çünkü seni
öldürürsem (seni kendi duygu ve düşüncelerim
içinde eritip, kendime benzetirsem) bana yardım
edemezsin. Sen ölmezsen (benim alter ego’m
olmazsan), benim ölümümün sona ermesi
gerektiğini anlayamaz, bana yardım için bir şey
yapamazsın.
Seni öldürürsem kendi kurtuluş yolumdaki ışığı
söndürmüş olurum.Seni öldürmezsem kendi kurtuluşuma
açılan yolu tamamen tıkamış olurum. "İsmet Özel / Tahrir Vazifeleri (İnternetten alıntıdır)
-
Ve birazdan,
Ben,kendim ve Accos
Üçümüz
Gece nöbetini devralacağız yine gönüllü.
Bir fincan kahvede
Üç küçük kırmızı balık olarak
Nice sonra
Uykuya yenik düşeceğiz :):):) -
Güneş eteklerindeki son ışıklarını da toplayarak uzaklaşırken herkes kendi hikâyesine dönmek üzere yola koyuldu...
-
Ümitlerin kaderi, biri yok olduğunda diğerinin ortaya çıkmasıdır, işte bu yüzden bunca hayal kırıklığına rağmen dünyadan silinip gitmemişlerdir.
Jose Saramago
https://youtu.be/YuR-ukXgpZw -
...
Ne garip şey insanın ruhunun acıması, acıyabilmesi. Ruhundaki boşluğu farketmek için nelerin boş kaldığını keşfetmek gerekmiş bildim. Gidecek yön bulamayıp, kendi içinden geçmek yedi kez ve takılmak her boşluğa, hallaca takılıp yırtılan bir pamuk gibi, hep aynı günün akşamında. Ruhundan düşen damlalar belki vuslata ırmak olur kim bilir? Demini aldıkça ruhun, daha derin iç çekersin. Her iç çekişin doldurmaktır gediklerini ve doğarcasına aldığın o nefesi ölürcesine boşa vermek istemezsin. Izdırabını anlayacak bir ses, bir nefes gerek belki. Kamış hasret sazlığına, var edenden kendisine yansıyan ne varsa ona meftundur üstelik.
Yanıt arar çoğu vakit bu yarım kalmışlığa ve sessizce haykırır içindeki Kenan kuyusuna;Nerdesin bahçelerden taşarak dolduğun bedenimde hasreti doğuran?
Ey! nerdesin Hak'tan harç olmuş his ile yüreğimi, naif elleriyle yoğuran?
Nerdesin karanlığın ortasında sesiyle ruhumu Aşk'a çağıran?
Nerdesin?Sorular yankılanır aklın duvarında, çarpa çarpa düşer yüreğine insanın. Hani o bir lahza içinde çekilir ya yürek çeperin. Hani sökülür ya için içinden daha içre bir yerden. Orada anlarsın işte neyin eksik. Teslim ve mütevekkil. Suskun ve sitemsiz, derin bir nefes ile üflersin.
Nice sorular yanıtını kendi kelamında arar
Damlayamayan alev fitilinde asılarak yanar
Karanlığın celladı Şems, Ay Şems'in düştüğü yâr
Tutulduklarında birbirlerine bin senede bir kez
Zaman geçer de kendinden, kendini durdu sanar....
-
“Amansız sıkar karanlık
Üzerine üzerine gelir bulutlar.
Sarar seni çaresizlik
Ne uzaktan ne yakından
Duyulmaz çığlıkların.
İçinde çalkalanır isyanların.
Hayallerinin dışında yaşarsın.
Rol çalıp başkalarından
Başkalarını oynarsın.
Ben kimdim?
Sorusu belirir de
Dökülemez… dudaklarından“ -
“Etrafındaki her şeyi güzelleştiriyorsun be Leyla. Bırak ben de biraz güzelleşeyim.”
-
Ben geceye değil, gündüze bırakmak isterim.
"Hak bu ya; bir gün senin elinde ertesi gün onun. Hak bu ya; mühim olan ona sahip çıkmak."
Hakkınız olana sahip çıkmanız dileğiyle.. -
...
Ansızın hatırlatır sana doğa, nelerin bir arada güzel olduğunu, hangi güzelliklerden uzak kaldığını ve bir sır gibi nasıl saklandığını o güzelliklerin. Doğa acımasız bir dost gibi vurur içine içine, güzelliklerin nasıl nadir yakalandığını ve bir daha ne zaman ortaya çıkacağını bilmeden beklemek zorunda olduğunu.
-
Benim penceremden iki bölümlük bir hikaye
1.bölüm
“sende noksan bulmadım şu yerle gök yanarken
attığımda o oku ben atmadım sen attın
Rab bu nasıl denizdir yüzme bilen kuşu yok
içimde acır bir şey bu göğsüme ne kattın” Süleyman Çobanoğlu-ne yazılmışsa başa gelen odur-
-biri sağ ayağından biri sol ayağından yaralı iki kuşun kiraz ağacına anlattığıdır.
Sağ ayağından yaralı kuş, konmuş kirazın dalına. Başlamış anlatmaya. Ey ağaç, güzel çiçekli, güzel meyveli, çocukluk arkadaşım. Dinle beni. Şimdilik sadece dinle.
Yolda ağır aksak giderken benim gibi yaralı bir kuş gördüm, o da diğer ayağından yaralı. Acılarımız benziyor diye galiba başladım anlatmaya, bak niye anlattığımı bilmiyorum. O da ötüyordu kendi kendine ama sesleniyordu, ben işittim, duymazlıktan gelemedim. Belki kuş dilini unuttum, yanlış anladım. Sesine ses vermek istedim. Anlattıkça muhabbetim arttı, öyle sandım. Bu muhabbet baştan varmış. Vaktini bilmediğim bir başlangıç.
Gönül bu ya anlayınca kafese sığmadı. Kuşun aklı zaten neye yetmiş ki buna yetsin. O ilk başta terk etti beni. Büyük bir çekimle beni içine çeken bir akıntı gibi karşı duramadım. Bir rüya gibi, her rüya gibi içinde uzun dışında kısa. Sonra gerçekliğin duvarına çarpıp uyandım. Uyandığımı sandığım bir rüyada kaldım.
Kiraz ağacı girmiş araya bu akıl meselesi ne ki? Kuş devam etmiş. Ruh bilmediği denizlere açılmış, yüzme bilmezken, yüreğe aynı türkü aynı yerden seslenmiş. Akıl bu durur mu, hemen savunmaya geçmiş. Derinlere atılan, en gizli çekmecelerden hiç yaşanmamış, yazılmamış bir hikayeyi koymuş yüreğin önüne. Yürek sussun belki suçlu hissetsin diye.
Bitmemiş aklın oyunu. Bu seferde yağan yağmura takılmış. Başlamış düşünmeye “şimdi biz bu yağmurun altında kaç kişiyiz” diye sormuş durmuş. Sağa gitmiş ıslanmış, sola gitmiş ıslanmış. Bir gün “evet” dediğine sonraki gün “hayır” demiş. Yorulmuş, yormuş, kırılmış, kırmış; akıl işte kalp ve ruh zora girince tek başına neye yetmiş.
Bu akıl meselesi böyle çocukluk arkadaşım, kiraz ağacım. Ben bu yağmurda dengemi kaybettim, kaç kez ayağım kaydı, düştüm kalktım. Bir de ben sol ayağı yaralı kuşu kalın duvarların ardında gördüm, öyle sandım. Duvarı yıkayım önce dedim, karanlıkta kalmasın. –boyumu aşan işler- duvar üstüme yıkıldı, hatta üstümüze, bir daha yaralandık. Ben karanlığı aydınlatayım derken öyle dalmışım ki anlamaya çalışmaya karanlıkta kayboldum, karanlık oldum, güzel şeyler olacaksa da sıra gelmeden hava çok karardı. İlk ışıkta kendimi dışarı attım –ama ne ışık! – dışardan bakmalıydım. Bir inziva, bir içe dönüş. Göç ettim bedenimle, kalp zaten nerde kaldıysa ordadır.
https://www.youtube.com/watch?v=7zERdxxxrvA
2.bölüm
Ben göç ettim, kiraz ağacı. Kuşum ya. Bir de arada kaldım; hayaller, gerçekler, bilmediğim çok şey arasında. Sol ayağı yaralı kuş kızdı, kırıldı, haklıydı. Giderken aklımdaki sorulardan belki en önemlisi şuydu: sol ayağı yaralı kuş ne anladı, onun için anlaşılması gereken bir şey var mıydı, bıraktığım boşlukları doldurmalı mıydım?
Kiraz ağacı girmiş devreye “sordu mu?”
Ne ruhum rahat bıraktı ne sol ayağı yaralı kuş, söyledikçe söyledi, haklıydı. Şimdi geldim, dalına kondum, kiraz ağacım, çocukluk arkadaşım. Böyle yarım kalmasın, dilim döndüğünce anlatayım ne yaşadıysam dedim. Sol ayağı yaralı kuş hafiflesin belki bende, daha huzurlu uçsun istedim. – yüzüm yer oldu, yerim zaten yok, göçmen bir kuşum- Şimdi sen söyle kiraz ağacım ben cevap bulamıyorum, git dersen giderim, sus dersen susarım, yeter ki olmazları isteme benden, neyse onu da bilmem ya ben. Yeter ki sol ayağı yaralı kuşun gönlü daha fazla kırılmasın.
https://www.youtube.com/watch?v=QT4wGPma-dI
( her sanatsal gayret gibi anlatma denemesi )
-
"Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden..." -
Kanser olucam yeminlen kanserrr........
-
Kırlangıcın kanadında gizli
Maviyim ben,
Gökyüzünü ilmek ilmek ben dokudum
Denize damla damla ben aktım
Kırmızı balonlu çocuğun yüreğindeki
Mavi sevincim ben,
Umut olup
Yeryüzüne dokundum...