İzmir'de askerim, kısa dönem, üniversite okumuşum, içimde bir ayrımcılık talebi, öte yandan da ta küçük yaştan yatılı okulda okuduğumuzdan şartlara aşinalık da var, zorlanmıyoruz pek, okullu olduğumuzdan ayrı kefeye konmaktan da memnunuz, saygı da duyuyor komutanlar, sözümüz de dinleniyor, hayat, o şartlar altında bize güzel...
Bir de Musa var, uzun dönem, madde kullanıyor, komutanlarla arası yok, 3-5 nöbet hep Musa'da, pek içli, her içtimada azar yiyor ama dik, çok da cesur, profesyonel dövüşçü ama biraz sorunlu olduğundan ötelenmiş, örselenmiş uzayamamış...
Babası vefat etmiş Musa'nın, annesi hergün arıyor, annesiyle arasında güçlü bir bağ var, baba da yok, Musa anasıyla çok samimi ama güçsüz görünürüm, ana kuzusu derler diye gizliyor da asker ocağında bu samimiyeti. Biz samimiyeti babanın yokluğuna, Musa'nın yaramazlığına bağlıyoruz tabi...
Berber aynı zamanda, para kazanamıyor o işten ama komutan dövmemek için
zihnini meşgul ediyor, sık sık arayan anasıyla, normalde yasak olan akıllı telefonla konuşuyor hem berberhanede, ana hep tedirgin...
3. aya giriyoruz, artık kısamız da uzunumuz da, aynı devre sayıyoruz birbirimizi (bilen bilir), usta askeriz artık, Musa'ya da kanım acayip ısınıyor, her günümüz beraber geçiyor, bazen kendimi sorguluyorum "acaba fevri biri olmasa yanında olur muydum?" diye ama yine de "seviyorum" diyerek kapatıyorum meseleyi.
Ben kütüphane görevlisiyim, Musa darlandıkça geliyor, kilitliyor kapıyı, anasıyla, az da olsa abileriyle, arkadaşlarıyla görüşüyor en azından, gelip kimi nasıl döveceğini felan anlatıyor
ben de hem çekinerek hem de gururlanarak dinliyorum, sonuçta benim devrem...
Bir akşam yemekten tahta parçası çıktı diye, yemekhaneden ekmek çalıyoruz, kantinden de kolamız, patlıcan ezmemiz, rus salatamız, konserve zaten askeriyeden, cips alıyoruz güle eğlene beraber yiyeceğiz, bilen bilir o rezil yemeğin tadını
...
Musa'nın annesi arıyor, ağıt sesi kulağımıza kadar geliyor, feryat figan, Musa'nın abisi şehid... Lokma boğazımıza takılıyor, gitmiyor, sırtıma vuruyor arkadaş ya orada takılı, elim ayağım boşalıyor... Musa daha perişan, yüzü bembeyaz, tek bir tepki yok, ağıt sesi git gide artıyor buz gibi masa, kimse kıpırdayamıyor Musa'nın ağlamaya mecali yok... kalakalıyoruz saatlerce...
Sabahı zor ediyoruz, Musa kendine zarar verir diye korkumuz, abisi şehid diye acımız var... Para topluyoruz sabah, Musa'nın yol parası, kış gelmiş, olmayan montu, yolluk sigarası hepsini hazırlayıp Musa'yı cenazeye yolculuyoruz, giderken de acısı öyle büyük ki, madde kullanarak anca ferahlayacağını bildiğimizden, telkinde bulunuyoruz, yakalanırsa asker bir de tehlike, Musa sessiz sedasız gidiyor cenazeye...
Sonra takım komutanı anlatıyor, meğerse Musa'nın bir abisi çatışma bölgelerinden birinde uzman, diğer abisi de sınırda, tehlikeli yerlerde teğmenmiş, Musa da uzman olan abisinin şehid olacağını hissetmişcesine annesine "ya beni yanına asker yollatırsın, büyük oğluna söyle halletsin, ya da ben burada herkesi keserim" diyormuş, TSK da kaideleri gereği çatışma bölgesine yollamamış, reddetmiş ve Musa bizim olduğumuz yere askere gelmiş...
Allah şu soğukta, bedeninde bir delikle, kanı oluk oluk, yere düşen şehidimize binlerce kez rahmet etsin, öyle zor ki kurban olayım benim yerime, siyasetçinin yerine kurşun yiyen o bedenlere...