Sidi Muhammed Buzidi Hazretleri anlatıyor: "Bir gece vaki olan bir inme sebebiyle bir elimi hareket ettiremez oldum. Hareket edebilen elimle felçli olanı tuttum. Bana öyle geldi ki, hissetmediğim elim sanki başkasının elidir. Felçli olan kendisini tutan eli hissetmiyordu. Evdekilerden ışığı yakmalarını istedim. Işık yandığında, sağlıklı elimin inmeli elimi tuttuğunu görünce, şunu düşündüm: İşte bu, Rabbiyle birlikte olduğu halde, onu tanımayan, onun varlığını yanında hissetmeyen kimsenin halidir."
Bu menkıbenin bize doğrudan söylediği şeylerden biri, bir arifin, felç esnasında bile "mevzuunu" kaybetmemesi,felcin bile kendisini esas meşguliyetinden alıkoymamasıdır. Felç olmuştur ve onun bu durumun dehşetiyle baş etmesi beklenirken, o yine de kendisiyle Allah arasındaki münasebetin kıvamıyla meşguliyetini sürdürmektedir.
Arifin durumu da dahininkinden farklı değil....Hemen Yunus Emre'mizin "dertli dolap"ını hatırlayalım. Muhtemeldir ki Yunus Emre, bir zamanlar Anadolu'da çokça rastlanan su dolaplarından biriyle karşılaşınca, onun dönerken çıkardığı sesin bir tür inleme olduğunu, böylece dolabın da bir tür dert sahibi olduğunu "görmüştür". Bu özel bir görme biçimidir. Ve aslında o her nereye bakıyor olursa olsun kendisini görmektedir:
"Dağdan kestiler hezenim
Bozuldu türlü düzenim
Ben bir uslanmaz ozanım
Derdim vardır inilerim"
Burada kim Yunustur kim dolaptır,belirsizdir.....O dolabın binlerce gözlemcisine sadece ahşap bir dolap olarak görünmeyi sürdürürken, birden Yunus Emre'nin gözünde bir derttaşa, bir sözcüğe dönüşmesi dolapla değil, Yunus Emre'nin görme biçimiyle alakalıdır.
Yunus Emre'yi ya da Buzidi Hazretlerini bu görme seviyesine getiren de,onların mevzularıyla olan meşguliyetlerinin şiddetidir. Newtonun menkıbesini hatırlayalım: Bir ağacın altında yatmaktayken yere düşen sıradan bir elma,bilim tarihinin en önemli tespitlerinden birini yapmasına sebep olmuştur. Keramet, milyon kez dalından düşmüş, milyonlarca benzerinden ayırt edilemeyen o elmada değil, mevzuuna gömülmüş fizikçinin bakışındadır.
Menkıbemizin işaret ettiği diğer husus, insanın Allah'la münasebetine rengini veren gaflet haliyle ilgili. Gaflet halindeki insan o felçli eldir. Canını, hissiyatını, duyuşunu kaybetmiştir. Kendisine yakınlığını hep sürdürmüş olan Allah'ı hissetmemektedir. Allah ona yakındır ama o Allah'a uzaktır. Hissiyatını kaybetmiş olan el,diğer elin temasını inkar edecektir. Ancak ışık yanarsa ortalık aydınlanırsa yani kendisine temas eden el ayan beyan görünürse, inkar ettiğini artık kabul etmek zorunda kalacaktır.
...
"Biz ona şah damarından yakınız" ilahi ihbarındaki "biz"in kim olduğu belli. Sorun, ayetteki "o"yu üzerimize alıp almayacağımızla ilgili. O'nun o denli yakın olduğu kişi kim? Peki, bu mesafesizlik içinde biz bu yakınlığın farkında mıyız? Mesele budur.
Kuşlarla Sohbetin Şartları/Yakınlık Dersleri, Ahmet Murat