...
Bir gün bir akrep yurdundan uzağa düştüğünde yolu olanca sahipsiz, yalnız ve bitkin halde bir gediğe sığınmış. Günden ve güneşten uzak, tüm bitki örtülerinin altında, sessiz ve usul bekleyen bir yılanla tanışmış. Akrep zehrine güvenerek ürkmemiş yılandan, kaçmamış. Yılan usulca akrebin etrafını sarıp sarmalamış. Aynı özgüven elbet yılanda da varmış. Yılan ava çıktığında akrebi, akrep yalnız kaldığında yılanı hiç durmadan aldatırmış. Her ikisinin de meşrebi ihanet, ikisi de birbirinden melanet.
Yıllar bu sarmal içerisinde geçip giderken yılan, akrebin kendisini zehirlediğini anlamış. Anladığı vakit durmaksızın o da akrebi yaralamış. Yaralı akrep yılandan kaçıp uzaklaşırken yol üstünde bir kurda rastlamış. Kurt biraz yırtıcı, biraz mağrur, çokça da yalnızmış. Kurt dağın tepesindeki inine götürmüş yaralı akrebi. Zehrini zerk edeceği iğnesi olmadığından onu zararsız sanmış. Yaralarını sarmış, iyi edecek yollar aramış. Gel zaman git zaman akrep iyileşmiş, iğnesi olgunlaşmış, zehri damarlarını aşıp iğne ucuna dayanmış.
Sonra ne mi olmuş?
Akrep iğnesini kurdun geniş göğsüne saplamış, zehrini zerk-etmiş, onu yaralamış. Akrep, gücünü toplayan, zehrine kavuşan akrep; dönmüş kendisini yaralayan yılanın çukuruna. En uygun ânı yakalayınca, almış yılandan da öcünü.
Peki ya şimdi?
Akrep bir şey keşfetmişti. Akrep yaralı göründüğü vakit, avın kendisine geleceğini bilmişti.
Kulağına bir şahin çınlaması çalındı,
Başını yukarı kaldırdı.
Yine taktı en yaralı maskesini, iğnesini yere indirdi.
Büktü kıskaçlarını, avının tuzağa düşmesini bekledi.
Her şeyden habersiz yere inen şahin
Çöktü dizini kırıp, akrebe bir şeyler söyledi.
Akrep mi?
...
Hep böyle olur.
Bir yerde yaralı bir akrep görürsen uzak dur evlat.
Çünkü akrebi iyi edersen önce seni,
Sonra kendisini yaralayan yılanı
En sonunda kendisini taşıyan şahini sokar.
Su yatağında akmalı,
Şahin suya düşmeli
Biz yaşadık ve öğrendik
O da yaşayarak bilmeli.
...